30 Ekim 2013 Çarşamba

Şu Hamileleri Bi Rahat Bırakın!


Hamileliğimin özellikle son dönemlerine doğru kendime bir söz verdim : doğumdan sonra asla bu dönemleri unutmayacağım diye. Özellikle anne kimliğini aldıktan sonra çevremdeki hamilelere ‘’ah bu dönemlerinin kıymetini biiiillll bak neler bekliyor seni’’ demeyeceğim konusunda yeminler ettim. Sözümün arkasında da duruyorum çevremdeki hamilelere çenemi açmıyorum. Peki çenemi açmıyorum da hamileliğin annelikten daha zor olduğunu mu düşünüyorum? Tabiki hayır! Aslında hömkür hömkür ‘’Offff daha sizi neler bekliyor bir bilsenizzzz’’ diye bağırasım var J Ama söz verdim dedim ya yapmam, yapamam...
Hamilelik dönemi benim için çooook eski bir dost gibi şu anda. Hem de öyle bir dost ki hani böyle çok inanmışım güvenmişim de bana çok büyük bir kazık atmış ondan dolaylı görüşmez olmuşuz bu dostla. Yine de eski günlerin hatrına üzerime düşen vazifeyi yapmak ve hamilelerin hepsinin adına söz almak isterim.
Bir hamileye asla ve asla aşağıdakileri söylemeyin ve yapmayın!
-          Bir hamilenin yaşadığı sağlık sorunlarını asla hafife almayın. Kusan bir hamileye ‘’ya seninki de bişey mi????....’’ diye başlayan anlamsız cümleler kurmayın
-          Hamileyi kendi hamilelik hikayelerinizle darlamayın.
-          ‘’Sen de şımardın’’ tarzı cümleler kurmayın, bunu ima etmeyin.
-          ‘’Sen yine de yediklerine dikkat et bak aşırı kilo alırsın’’ demeyin! Karşısınızdaki hamile olabilir ama salak değil. Yerse başına neler geleceğini biliyor; ancak bunu sizin söylemeniz yeme isteğini azaltmıyor.
-          Sezeryanla doğuracak bir hamileye ‘’ya neden normal doğum tercih etmiyorsunnn??? Öyle yapsana!!!’’ gibi bi akıl vermenizin anlamı yok. Doğuracak kişi zaten seçeneklerini biliyor bunları konuşmuş ve karar vermiş. Siz dediniz diye bir anda normal doğum yapayım ben demeyecek değil mi?
-          ‘’Kilosu biraz az mı gidiyor? Doktoruna sordun mu?’’gibi endişelendirici cümleler kurmayın. Doktor kontrolünde bir problem görülse doktoru zaten söyleyecektir. Doktorculuk oynamanızın bir anlamı yok.
-          Sizin veya çevrenizden birinin başına gelen ürkütücü doğum hikayelerini anlatmayın.
-          Şapur şupur öpmeyin. Kendisi size söylemek istemeyebilir; ancak o da grip vb durumlardan öpüşüp koklaşmak istemeyecektir. Kaldı ki koku duyusunun bu kadar hassas olduğu bir dönemde dibine girmenizin bir anlamı yok.
-          Cinsel hayatını sormayın ve cinsel hayatıyla ilgili gereksiz/hadsiz şakalar yapmayın. Hamile olunca mahremiyetin son bulduğu gibi bir yanılgıdaysanız bir silkelenin.
-          Karnının büyüklüğünü başka bir hamileyle kıyaslamayın. Hamileler karınlarının büyük olmasını severler yani siz ona iltifat etmeye çalışırken aslında farkında olmadan ‘’bebeğin küçük’’ mesajı veriyor olabilirsiniz.
-          Hamile kişiye darılmayın, kırılmayın, trip atmayın! Zaten vücudunda olan milyon değişiklikle uğraşan bir insandan bahsediyoruz, bir de sizi kafasına takmasına izin vermeyin. Biraz alttan alırsanız ölmezsiniz.
Tüm hamilelere çevrelerindeki insanlara gıcık olmadan geçirecekleri bir hamilelik dilemek isterdim ama malesef pek bir imkansız bu.
Hepinize kolay gelsin!


Tracy Hogg ve EASY


Efe’yle baştan beri en zorlandığımız olay ‘’uyku’’. Hala –özellikle geceleri – kesintisiz bir uyku yapmıyoruz. Aralarda meme  uyanmalarımız olduğu gibi ‘’anneeee ordasın di miii?’’ olduğunu düşündüğüm uyanmalarımız da devam etmekte. Yine de Efe’nin ilk zamanlarını ve o zamanlarda günde sadece 8-9 saat uykuyla idare etmeye çalışan bir bebek olduğunu hatırlayıp bugün olduğumuz durumu görünce kendi deneyimlerimi sizlerle paylaşmadan geçmek istemedim. Efe’de biraz biraz işe yarayan yöntemler belki sizin bebeğinizde daha çok işe yarar.

EASY yöntemiyle her şey daha kolay!
Tracy Hogg’un kitabını okumam ve EASY yöntemini anlamam benim için bir dönüm noktası oldu. Meğer her şeyi ne kadar düzensiz yapıyormuşum !  Bebeğimi bir kitap bebeği haline getirmedim yanlış anlaşılmasın ancak bebekleri bir ‘rutin’ içerisine sokmanın onlar için de bizler için de aslında ne derece önemli olduğunu anladım.

Kısaca EASY:

Easy yöntemi Eat (beslenme), Activity (aktivite /oyun), Sleep (Uyku), YourTime (Kendinize ayırdığınız zaman) şeklinde bir döngü aslında. Yöntemin bize söylediği bebek uyandıktan sonra öncelikle beslenmeli, sonrasında aktivite zamanı olmalı, takiben uykuya yatmalı ki biz de kendimize zaman ayıralım. Tabiii en önemlisi de bu döngüyü belli bir saat rutini içerisinde yapabilmek. Tracy Hogg bize programı her gün aynı saatte aynı dakikada uygulayın da demiyor kitabında, zaten böyle bir şeyi yapmak da pek mümkün değil. Kendisinin dediği daha ziyade rutini korumak ve bebeğinizin işaretlerini okuyabilmek!!!

Nedir Bebeğin İşaretlerini Okumak?
Sizleri bilmem ama ben bazen Efe’nin yaptığı hareketleri pek bir tuhaf bulurdum (hala da bulduğum zamanlar oluyor.) Eşime ‘’Neden böyle bir şey yapıyor ki?’’ dediğim zaman da çok olmuştur. Hareketi tanımlamak gerekirse: gözünü ovmak, kulağını mıncıklamak, elini ağzına sokmak, yanaklarını sıkmak ellerini ayaklarını çırpmak vb vb. Tracy Hogg’un kitabını okuduktan sonra anladım ki bu hareketlerin hiç biri ‘saçma’ bebek hareketleri değil. Aslında benim oğlum bunları yaparak bana bir şeyler anlatmak istiyor. Her bir hareketiyle ne dediğini anlamak tabi ki mümkün değil J Ancak sizin için en değerli şey: ‘uykusunun geldiğini hangi hareketle anlattığını bulmak’ olacak. Efenin ellerini burnuna götürmesini ve aynı anda alnının kızarmasını önceden ‘’burnu mu tıkalı acaba?’’ olarak yorumlar hemen burnuna müdahale ederdim. Zavallım günde kaç sefer temizletti bir ara o burnu JBir kaç seferlik takip sonrası bu hareketi aslında uykusu geldiği zamanlarda yaptığını anladım.
İlk işareti gördükten sonra hızlı bir şekilde uyku ritüelinize geçme vaktiniz geliyor. İkinci işaret biraz tolere edilebilir; ancak üçüncü işarete kadar beklerseniz o uyku vaktinde normale göre biraz daha fazla yorulacaksınız söyleyeyim J Uykusunu ne kadar başta yakalarsanız uykuya dalma süresi o kadar kısa olacak. ‘’Yorulmuştur şimdi uzun uyur’’ şeklinde de düşünmeyin, çok yorulmuş olan bebeğiniz muhtemelen kısa bir uyku yapıp kalkacak (çok uykunuz olduğunda uykuya dalmakta ne kadar zorlandığınızı, uyku esnasındaki rahatsızlığınızı bir düşünün isterseniz)
Bu noktada bebeğinizin düzenini kurmak için sizlere düşen günlük takibi düzgün yapmak. Uyandıktan ne kadar süre sonra uykusu geldi? Uykusu geldiğini nasıl anladınız? Ne kadar süre uykuda daldı? Ne kadar uyudu? Bunları bir kaç gün gözlemlediğiniz ,hatta mümkünse not tuttuğunuz, takdirde sürekli uyku işareti kollayan bir anne olmaktan da çıkacaksınız. Uykuyla ilgili hareketleriniz otomatik hale gelecek.
Ben Efe’de bu yöntemi ilk denediğim ve ilk işareti gördüğüm gibi uyku için odasına çıkardığım gün hayatımın en mutlu günlerinden birini yaşadım J Daha önceleri ağlaya ağlaya uykuya yarım saatte dalan oğlum gülerek ve 5 dakikada uyku durumuna geçti. İşte o noktada bebekleri çıldırtmadan (!) istediklerini vermenin ne denli önemli olduğunu anladım.
Artık kendime göre bir sistemim var ve oğlumu çok iyi tanıdığım için onun üç buçuk saatten daha fazla uykusuz duramayacağını biliyorum.

Peki Ya Uyutma Yöntemi?
Uyutma yöntemi konusunda fikir vermesi gereken doğru adres muhtemelen ben değilim. Zira çocuğumu uyuttuğum yöntemlerin hepsi bir süre sonra bağımlılığa yöntemler oldu. Efe’yi ilk doğduğunda memede eğer uyumazsa da omzumda uyutma çabalarım bir süre sonra yetersiz kaldı ve hızlı bir şekilde ayakta sallama yöntemine geçtim. Bir buçuk saat salladığım bebeğimi yatağına koyduğumda 5  dakika sonra uyanınca bu yöntemi acilen iptal etmem gerektiğine karar vererek bir hamak aldım. Efe hamak olayına başlarda sıcak bakmadı. Bütün bir haftasonumu Efe’yi hamağa alıştırmaya adadım. İkinci günün sabah uykusunda artık hamak alışkanlığını kazanmıştık.
Efe şu anda gündüz uykularını (evdeysek) hala hamakta yapıyor. Hamaktan yatağına almak gibi bir seçenek yok, hemen uyanıyor. Başında sürekli onu sallayan birinin olmasını istiyor dolayısıyla Tracy Hogg’un sleep arkasından gelen ‘your time’ kısmındaki kendimize ayırdığımız zaman bizim için geçerli değil. Ancak akşam uykularında hamakta uyku haline geçtikten sonra onu yatağa alıyoruz. Gece ve gündüzü ayırt eden bir bebek olduğu için uykusuna yatakta devam ediyor. Vızıldandığı an park yatağını sallayan annesi tabiki yanıbaşında!
Anlayacağınız hamak yatak ayak farketmez efenin sallanma alışkanlığı sallanma bağımlılığına çoktan dönüştü.
Bu konuyu bir ay önce çok dert etmeye başladım ve uyku eğitimi vermeye karar verdim. Fakat daha sonra uyku eğitimlerinin içinde az olsa da varolan ‘’ağlama , ağlatma’’ vb. durumlar yüzünden vazgeçip ve uykuya dalma, uykuda kalma durumlarını akışına bıraktım. Şu anda çalışıyorum ve işe 4 – 5 saatlik bölük pörçük uykularla geliyorum. Bazen sabrımın gerçekten zorlandığını hissediyorum. Hatta zaman zaman bu durumun hiç düzelmeyeceğini düşünüyorum, inanılmaz bir umutsuzluk kaplıyor içimi. Bana yardımcı olan beni bir kaç günde bir de olsa deliksiz uyutan eşim de olmasa pilim çoktan bitmişti. Tüm bunlara rağmen yine de vermiyorum o uyku eğitimini. Verenleri takdir ediyorum kimse yanlış anlamasın, ben kıyamıyorum yavruma da siz kıyıyorsunuz demek istemiyorum. Sadece işe de başlamamla birlikte içimde bir yerlerde varolan vicdani bir hesaplaşmam var ve o duygu beni kurallara bağlı hareketler yapmaktan geri tutuyor.
Bir gün ani bir kararla bu uyku eğitimine başlar mıyım yoksa bu konunun kendi kendine düzeleceği zamanı bekler miyim henüz karar vermedim. Bildiğim tek şey var o da sabrım her ne kadar zorlansa da gecenin bir yarısı onun gülümseyen yüzünü görmek her şeye bedel!

İyi uykular tatlı rüyalar!

paylasananne@gmail.com adresi üzerinden bana ulaşabilirsiniz.


26 Ekim 2013 Cumartesi

Sezeryan Bahane Bebeğim Şahane!


Hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren uzun vadeli planlar yapmaya hemen başladım. Doğumumu tasarlamam bir iki saatimi bile almadı. Kesinlikle normal doğum yapacaktım! Bence bu en doğru doğum şekliydi! Boşuna narkoz almaya gerek yoktu. E benim kadar kontrol delisi bir insan bayılmayı kabul edemezdim zaten. Oğlumu ilk olarak ben görmeliydim!
Hayallerimde bir gece yarısı apansızın başlayan sancılar, hastaneye yetişme telaşı ve sevdiklerimiz henüz hastaneye bile gelemeden kucağıma verilen bir bebek vardı. Meğer bu planlarım sadece hayallerde kalacakmış...
Bu0 hamilelik süreci bana hayatta her şeyin planladığım gibi gidemeyeceğini 38. haftamda yeniden öğretmiş oldu.
Hamileliğimin 27. haftasından beri yatmamdan sebeptir ki 37. haftanın ortalarında içten içe artık Efe doğsun istiyordum. Sabrım o kadar tükenmişti ki normal doğum konusunda çok istekli olmama rağmen 'acaba...?' diye düşünmeye de başladım. Doktorumla bu sıkıntımı ve sezeryan olasılığımı paylaştığımda ''Sezeryan senin isteğinle yapabileceğim bir şey değil. Her şey yolunda olduğu sürece normal doğum yapacağız.'' diyerek bir kere daha kendisine güvenmemi sağladı. Ancak durum kendisinin de kontrolü dışına çıktı. Kullandığım ilaçlar, hareketsizlik ve 27. haftadan beri gerçekleşen bir çok durum sebebiyle Efe doğum kanalına girme konusunda inatçıydı. Başı aşağıda bile değildi yan bir pozisyondaydı. Hareketsizliğim ağrılara sebep oluyordu. Bu sebeple çatı muayenesini bile çok zor geçirdim. Doktorum tüm bu sebepler bir araya gelince 38. haftamda ''Doğumu haftaya sezeryan ile gerçekleştirebiliriz.'' dedi. Bir yandan artık önümde bir tarih vardı, sıkıntılar geride kalacaktı, bir diğer yandansa hamile olduğum süreç boyunca kendimi ameliyat ihtimaline hiç hazırlamamıştım. Bebeğime doğal yollardan kavuşmak istiyordum. Hele onu ilk görememe ihtimali beni kahrediyordu! Ona kavuştuğumda narkoz etkisi altında olmak istemiyordum! Hızlı bir araştırmaya başladım. ''Sezeryan'' kararını duyduğum anda aklımda beliren epidural seçeneğini araştırdıkça daha çok benimsedim. Doktoruma kararımı açıkladıktan sonra ameliyathanedeki anestezi uzmanlarıyla görüşüp onların da yönlendirmesiyle kombine spinal epidural yaptırma kararı aldım.
20 Mayıs sabahı uyandığımda içimde tatlı bir heyecan ve onu takip eden hafif bir korku vardı. Ameliyat konusunu kafaya çok takmak istemiyordum ama yine de bu süreçte her şey o kadar isteğim dışında gerçekleşmişti ki 'ya ameliyat iyi gitmezse...' kaygısı da içimde bir yerlerde yoktu desem yalan söylemiş olurum. Sezeryan 13:00 da gerçekleşecekti.12 saatlik açlık ve susuzlukla sabah 09:00'da hastanedeydim. Odamıza yerleştik. Bir hemşire gelip bir dolu detay soru sordu. Daha sonra başka bir hemşire gelip koluma damar yolu açmak istedi, yerini kabul etmeyerek damar yolunu elimin üzerinden açtırdım (hastane deneyimi diye bir şey var:)) Soyunup dökünüp çirkin ameliyat kostümümü giydim. Varsa ojelerimi, makyajımı, tokamı, takımı-tukumu hatta lenslerimi bile çıkarmamı söylediler. Yeni fön çektirdiğim saçlarımı da bir bonenin içine sokuşturdular. Odamdaki yatağımla beni ameliyathane odasına sürüklerken canım arkadaşlarıma, aileme, sevdiklerime el salladım. Bir garip oldu içim. Murat'a bakıp gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce daha fazla da uzatmadım.
Ameliyathaneye girdiğimizde önce bir bekleme alanına aldılar beni. Bir yarım saat kadar bekledim. Ameliyata girip çıkanlar, narkozdan ayılanlar... Burada heyecanımın artması gerekirdi aslında ama tam tersi bir etki yarattı bende. Çok uzun süredir ilk kez karnımdaki mucizemle başbaşaydım. Bir kaç dakika sonra o artık karnımda olmayacaktı bu sebeple aynı vücudu paylaştığımız son dakikalardı bunlar, keyfini çıkardım. ''Ameliyathane hazır'' diye bir hastabakıcı ve hemşire geldi beni ameliyathaneye götürdüler. Artık heyecanım bayaa bayaa başlamıştı. Ameliyathane buz gibiydi. Her şey metalik bir renkte, teypte muhtemelen anestezi uzmanının koyduğu bir cd. Çalan müziği beğenmesem değiştirirdim ama beğendim sorun çıkarmadım çok şükür :) Kocaman karnımla ameliyat masasına oturmamı söylediler. O sırada doktorum henüz gelmemişti. Ameliyat masasına oturdum. Sabit kalmam için önümde duran hastabakıcıdan destek almamı istediler. Bayaa bi samimi oldum adamcağızla :) Öncelikle uyuşturucu bir iğne yapacaklarını sonra da epidural uygulamasını yapacaklarını bu sebeple kamburumu çıkararak öne doğru eğilmemi söylediler. Yapılan ilk uygulamada da ikinci uygulamada da canımın çok yandığını söyleyemeyeceğim. Ben ki Efe'nin ciğer gelişimi için ne iğneler yedim, oğluma kavuşmama azıcık bir şey kalmışken yapılan o epidural vız geldi. Merak edenler için acısı kan aldırmaktan daha fazla ama yakıcı bir antibiyotik iğnesinden daha az, ortada bir yerde :) Daha sonra beni yatırdılar. ''Bir sıcaklık hissedeceksin.'' dediler. Evet bir sıcaklık hissetmeye başladım. Ameliyathanenin soğuğunda çok da güzel geldi:); ancak tam bir hissizlik duygusu yaşamadım. Dokunmaları falan epey bir hissediyordum. Özellikle hissettiklerimi detaylandırarak anlattım anestezi uzmanına. ''Normal'' dedi. ''Baskı şeklinde hissedeceksin ancak ağrı duymayacaksın.'' Tam korkmaya mı başlasam? diye düşündüğüm bir noktada sevgili doğum fotoğrafçım Esra yanımdaydı. Kendisi doğumda bir fotoğrafçı olmanın ötesine geçti benim için. Arkadaşım, annem, eşim herşeyim oldu. Hem de bu insanların heyecansız olan versiyonundan :) Uyuşma süreci bittikten sonra doktorum Mehtap Hanım geldi ve ''Sezin anne olmaya hazır mısın?'' dedi. ''Uzun süredir.'' diyebildim yarı heyecanla. Mehtap hanım önüme gerilen örtünün arkasında kaybolurken anormal bir mide bulantısı başladı bir anda baş dönmesiyle karışık. ''Midem çok kötü'' diyebilmem bile bayaa zor oldu. Epiduralin yan etkisiymiş. ''İki dakika dayanabilirsen mide bulantısına hemen bir ilaç vereceğiz damardan.'' dediler. ''Ben 17 hafta kustum iki dakika dayanabilirim.'' diye ukalalığımı da yaptım :) Gerçekten de bir kaç dakika içinde mide bulantım ve öğürtülerim son buldu. Şimdi ufak dokunuşlar hissetmeye (ağrı sancı kesinlikle değil sadece dokunuş) ve ufak ufak sallanmaya başladım. Esra'ya baktım ''Eve döndüğümüzde yemek yapacak malzeme var mı acaba patates falan aldık mı eve?'' dedim (Esra ameliyata girmeden aklını ameliyat anından uzaklaştırmak istediğinde başka bir şeyler düşün ne biliyim evde buzdolabında ne var ne yok ona falan odaklan demişti hemen yerine getirdim önerisini:))
Esra heyecanlanmaya başladığımı anladığı için ''Henüz kesilecek bölgeyi temizliyorlar operasyon başlamadı.'' diye bilgi verdi bana. Kandırılmışım! Esra bunları derken herkesin yüzünde ufak bir ışıma belirtisi gördüm. Efe Bey'in artık karnımda olmadığını da bu noktada anladım. Aceleciliğim sebebiyle ''Ağlamadı ama??? Neden ağlamıyor???'' diyip duruyordum. Anestezi uzmanı ''kordon boynunun orada Mehtap hanım oradan kurtarıyor'' diye şu an düşündüğümde bence vermemesi gereken bir bilgiyi paylaştı...
Ve o ağlama sesi...
Hayatımda duyduğum en güzel ses...
Bir havluya sardılar onu ve yüzü yüzüme bakacak şekilde getirdiler yanıma.
Koku...
Bebek kokusu değil sadece, Efe'nin kokusu...
Saçlar,o burun, o buruş buruş yüz... Sanki onu hep tanıyor gibiydim. Bir kere bile ''Neye benziyor?'' diye bakmadım.Zaten biliyordum. Sanki aylardır şeffaftı karnım ve ben görüyordum onu. Ağzını burnunu tanıyordum.
''Hadi öpüşün koklaşın biraz.'' dedi Esra.
''Hoşgeldin Annem...'' dedim gözyaşlarıyla. ''Hoşgeldin...''
Öpüşme anlarımız bittikten sonra yine görebileceğim bir yere ilk kontrolü için aldılar. Doktorumuz Murat bey ciğerlerini dinliyor, ağzının içini kontrol ediyor evirip çeviriyordu ufaklığı. Belki otuz kez ''İyi mi sağlıklı mı?'' diye sormuşumdur adama. Belki 30 kez de cevap verdi gerçekten hatırlamıyorum. ''Çok sağlıklı.'' dediği kaçıncı seferde tatmin oldum neyseki. Hemşire kucağına aldı oğlumu. ''Artık götürüyoruz Efe'yi'' dedi. Parmaklarımla parmaklarına dokundum hafifçe, ''Babana selam söyle olur mu?'' diyebildim. Anestezi uzmanı ''Şimdi azıcık uyutacağız seni.'' dedi. Kontrolcü yanım tekrar devreye girip ''bilincimi kaybetmek istemiyorum uyumayacağım.'' dedim. Pek kaale almamış olacaklar ki beni bundan sonraki kısımda bekleme odasındaydım :) Bir süre sonra yine hemşire ve hastabakıcı gelip ''Odaya çıkıyoruz.'' dediler. Ameliyathanenin kapısından çıktığımızda Murat, babam ve annem beni bekliyorlardı. ''Ne kadar güzel gördünüz mü?'' dedim. Sonraki yarım saat boyunca da gördüğüm herkese ''Ne kadar güzel gördünüz mü?'' diye tekrarlayıp durdum.
Odama gittikten kısa bir süre sonra oğlumu getirdiler.
Yine gözyaşlarım..
Yine o aynı duygular...
Artık normal doğummuş, sezeryanmış, narkozmuş, epiduralmiş hiç birinin bir önemi yoktu. Yaşadığım bu duygunun yanında aslında dokuz ay boyunca kurguladığım düşündüğüm her şeyin ne kadar detay ve ne kadar anlamsız olduğunu gördüm. Artık yapılan doğumlara doğru doğum yanlış doğum olarak bakamıyorum. Benim için tek bir doğum yöntemi var artık: mutlu doğum. Ve bence bebeğinizi sağlıklı bir şekilde kucağınıza aldığınız her doğum hikayesi mutlu bir doğum hikayesidir.
Herkese mutlu bir doğum dilerim!

Epidural sezeryan, iyileşme süreci ve merak ettiğiniz tüm detaylarla ilgili bilgi almak icin paylasananne@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.

Tavsiyeler:

* Damar yolumu elimin üzerinden açmalarını istemem bilinçli bir istekti. Kolun iç kısmına açılan damar yolu hareketi çok kısıtlıyor. Doğum sonrası bebeğinizle haşır neşir olacak bol bol emzireceksiniz bu sebeple damar yolunuzun yeri oldukça önemli.
*Ne şekilde doğum yapacak olursanız olun hastaneden mutlaka bilgi talep edin! Doktorunuzla, anestezi uzmanınızla konuşun. Merakınız varsa ameliyathaneyi bile görmeyi isteyebilirsiniz.
*Doğum fotoğrafçınızı çok iyi seçin. Esra Nalbantoğlu benim tesadüf eseri seçtiğim bir isimdir. Kendisiyle çalışmış olmaktan bir kere bile pişman olmadım. Oğlumun doğum günü için bir araya geleceğimiz zamanı iple çekiyorum.
*Epidural ile doğum yaptıysanız baş ağrılarından korunmanızın tek yolu bol su içmek. Sıvı tüketme iznim çıktığı anda şişe şişe su içtim. Normalde ilaçların yan etkilerini inanılmaz yaşarım, baş ağrısından yırttığıma hala inanamıyorum.
*Sezeryan sonrası çabuk iyileşmek için olabildiğince çabuk yürümeye başlayın. Ben ağrılı bir hastaydım buna rağmen azmettim eşimin koluna girip minik adımlarla da olsa yürüdüm. İyileşme süreciniz sizin elinizde bunu sakın unut
mayın!

18 Ekim 2013 Cuma

''Seni Bekliyoruz EFE!'' partisi


Babyshower dediğimiz olayın ne kadar önemli olduğunu olayın içerisindeyken kavrayamıyoruz aslında. Bebişler doğduktan sonra kendimize ayırdığımız vakit o kadar azalıyor ki insanın geriye bakıp ''iyi ki yapmışım'' diyeceği şeylerden biri bence bebek partisi. Ben erken doğum tehditiyle sürekli yatmak durumundaydım ama yine de inatla yaptım partimi o yüzden sizlere de tavsiyem bu tatlı koşturmayı atlamamanız olacak.
Babyshower hazırlamak kolay bir iş diyemeyeceğim. Zira benim gibi organizasyon delisi bir insansanız düşünülecek çok detay var. Öncelikle partinize bir tema seçmeniz gerekiyor. Bu temayı seçtiğinizde işiniz kolaylaşacak çünkü partinizi bu tema çevresinde şekillendireceksiniz e dolayısıyla da her bir konu başlığında ''bunu mu alsaydım yoksa bunu mu?'' diye düşünmeyeceksiniz.
Ben partim için pek sevdiğim ''bebek ayak izi'' temasını seçtim. Erkek bebek diyince direk ''mavi'' özdeşleştirmesini sevmediğim için de araya elimden geldiğince farklı renklerle kombinasyonlar yapmaya çalıştım.
Babyshower afişimi, tabak, bardak ve peçetelerimi İngilterede bir internet sitesinden seçtim.İngiltere'de yaşayan güzel arkadaşım Pınar'ım sağolsun orada tüm envanter kontrolünü yapıp bana yolladı malzemelerimi. İngilterede alışveriş yaptığım yerden aynı konseptte pipetler bulamadığım için ''bebek ayak izi'' temasını bozmadan burada etiketler yaptırıp pipetlerimi de süsledim. Böylelikle aynı yerden almadığım eşyalarda bile aynı çizgide ilerleyebildim. Etiketleri burada yaptırmamın bir başka güzelliği de partimi özelleştirebilmem oldu. ''Seni bekliyoruz EFE!'' konseptimiz de böylelikle ortaya çıktı.


Ayak izi temamızı kapımızın dışına bir afiş şeklinde de uyguladık. O dönemler yattığım için bütün bu organizasyonu evden halletmem gerekiyordu ve çok şanslıydım ki dostlarım hep yardım etti. Tasarladığımız kapı afişimizi ve fotograf çekimi için çerçevemizi bir günde hallettirdi canım arkadaşım Ayşe'm. ''Gelirken yanında getirirsin'' dememi de dinlemeyip adresime kargoladı ''Önden gelsin ne olur ne olmaz'' diyerek.
Kapı afişimiz bence partinin en güzel detayıydı, o gün gelen misafirlerimiz tüm güzel dileklerini yazdılar afiş üzerine. Biz de hemen çerçevelettik. Bugün oğlumun odasında en sevdiğim detay, oğluma da muazzam bir hatıra kalmış oldu.







Pastamızda da bebeğimizin ayağını unutmadık tabiii :)





Benim için en önemli detaylardan biri de şüphesiz gelecek misafirlere vereceğim hediyelerdi. Hem benden ve oğlumdan bir hatıra kalsın istedim hem de bize değer verip geldikleri için teşekkür etmenin en güzel yolu diye düşündüm. O dönem başıma gelen türlü olay sebebiyle ve herkesin sürekli ''Nazar deydiiiiiii'' demesini de dikkate alarak kırmızı ipli mavi nazar boncuklu bileklikler yaptırdık. Bilekleri yine İngiltereden gelen üzerinde ''İt's a boy!'' yazan tül keseciklere koydum. Tabiii bunlara da özelleştirmek için Türkiye'de etiket yaptırdım. Etiketimle kapıda afiş logosu bire bir aynı oldu. Bütün bir akşam boyunca kendi ellerimle zımbaladım yattığım yerden :) Hediyeleri annemin süslediği bir sepetin içinden dağıttım, yanlarında da ''teşekkür'' notları verdim misafilerimize. 35 tane kartı kişiye özel yazdım valla :)


Evi süslemek için sevgili eşim bol bol tül aldı bize. Annem merdivenleri, şömineyi hatta benim oturduğum koltuğu bile bu tüllerle süsledi :) süsleri çok abartmak istemedik ama çok cılız da durmasın diye folyo balon siparişi verdim. İyi ki de vermişim! 2 ay sönmedi o balonlar Efe eve geldiğinde de hoşgeldin balonu olarak kullandık.





Bütün bunlar çok iyi çok hoş ama unutmayın bu partide evinizi süslemek kadar kendinizi süslemek de önemli! Karınlar kocaman, kıyafetler kısıtlı. Bu sebeple kıyafet dışında bir farklılaşmaya gitmenizi öneririm. Ben başımdaki ''Mom To Be'' tacını çok severek yaptırdım. Güzel de oldu yaniii ....



Daha detaylı bilgi almak isterseniz, merak ettiğiniz bir konu olursa bana paylasananne@gmail.com adresinden mail atarak ulaşabilirsiniz!












14 Ekim 2013 Pazartesi

Efe Oldu Kolik, Ben Ondan Daha Kolik!

Sizlere Efe’yle birlikte yaşadığım ilk 40 günden, kolikten ve kolikle olan mücadelemden bahsetmek istiyorum. Kolik illetiyle uğraşacak annelere ufak ta olsa bir yardımım dokunur belki çünkü bu dertle uğraşırken bir anneyi rahatlatabilecek tek şey başkalarının da bu yoldan geçmiş olduğunu bilmek...
Efe’yi ilk doktor muayene günümüze kadar susturamadık. Abartı falan yok! Uyumadığı (ki bu günde 3-5 tane kesik 2şer saatlik uykuya denk geliyordu) ve memede olmadığı her an avazı çıktığı kadar ağlıyordu Efe... Ama ne ağlama! Rengi kırmızıya mora dönerek, sanki bacağından tutup tavana asmışız gibi bir acıyla...Teknolojik bir anne olarak gün içerisinde bulabildiğim 15-20 dakikalık zaman aralıklarında yemek, uyku gibi yaşamsal ihtiyaçlarımı karşılamak yerine hep araştırdım. Doktorumuza gitmeden ben teşhisi koymuştum bile: Efe kolikti ve bununla uğraşmamız gereken uzuuuun bir süre vardı önümüzde.
Kolik ne bilmeyenler için açıklamaya çalışayım. Çalışayım diyorum çünkü ben bile hala bazı açıklamalardan tatmin olmuş değilim. Kabaca kolik dediğimiz illet : Sebepsiz ağlama krizleri! Genellikle aynı saat aralıklarında tekrar eden, günde bir sefer olabileceği gibi 2-3 sefer olabilen ve  4-5 saate kadar varabilen ağlama modu... Bir kısım bilirkişiler koliği ‘’gaz sancısı’’ olarak açıklarken bir kısım ‘’dış dünyaya uyum problemi, anne karnına dönme isteği’’ olarak yorumluyor. Bir kısımsa ağlama krizlerinin tamamen sebepsiz olduğu kanısında.. Böyle bilimsel anlatınca normal göründüğünü biliyorum. Sonuçta bebektir ağlar diye düşünebilirsiniz ama inanın aylarca beklediği bebeğine kavuşmuş bir annenin bebeğinin saatlerce ağlamasını karşısında bir şey yapamaması,onun sorununu çözememesi kadar kötü bir şey olamaz.
Benim hikayemde lohusa bir kadın olarak lohusalığımı bile yaşayamadan yepyeni ve çaresiz bir durumun içine düştüm böylelikle.
Doktorumuzun Efe’ye verdiği damlalara ve çevremdekilerin yönlendirmelerine bağladım umudumu.
Her geçen gün daha kötüye gidiyordu benim için. Her gün başka bir yönlendirmeyle karşı karşıya kalıyordum. Kimi çok emzir diyordu kimi gaz yapar aman ha, kimi sıcak olsun odası diyordu kimi sıcak koliği tetikler dikkat et diyordu. Mama yedir  mama yedirme, sık banyo yaptır az banyo yaptır, dışarı çıkar dışarı çıkarma, akşamüstü uyumasına izin ver izin verme...  Bir süre sonra beynimde yüzlerce farklı yöntemle, farklı yönlendirmeyle yaşamaya başladım; işin kötüsü de taban tabana zıt olan fikirleri bile uygular oldum. Bunlar yaşanırken bir yandan da anneler de beni düşünüyor ben dinleneyim diye Efe’nin bakımını ellerinden geldiğince üstlenmeye çalışıyorlardı. Bu da benim karakterterime ters düşen durumlardan biriydi tabii.. Oğlumun kontrolünü yitiricem, beni benimsemeyecek gibi saçma bir düşünce oluşuyordu içimde. Sabaha karşı kalkıp ağlama krizleri geçiren Efe’yi alıp alt kata indirdiklerinde çok bilirim peşlerinden gittiğimi ‘’O benim oğlum!’’ diye...
Böyle devam etti bizim kolik hikayemiz. Her gün 18:00-22:00 ve 03:00-05:00 aralığında, diğer saatlerde de ağlama krizleri ama aralıklı 10ar dakikalık molalarla... Her gün o saatte ne olacağını bilmeme rağmen her gün daha fazla çöktüm ben. Daha fazla umutsuzluğa sürüklendim. Artık bir noktada öyle bir hissiyat oluştu ki içimde geleceği düşlediğimde Efe’yi ağlamayan biri olarak hayal edemez oldum.  Hayalimde bir gün üniversiteden mezun oluyordu  Efe, diplomasını alırken bile ağlıyordu avaz avaz. Atmaca abartmaca yok...
Aralarda neler oldu neler yaşandı neler hissettim hepsini anlatsam roman olur. Bir kolik anneleri anlar beni bu yazdıklarımı okurken. Muhtemelen onların da kalbi şöyle bir cız ediyordur her hatırladıklarında tıpkı benim kalbimin bunları yazarken cız ettiği gibi...
4.ayın sonuna kadar bununla uğraşacağımıza emindim bir noktada. Hatta internette okuduklarıma göre daha uzun süre bu durumla mücadele edenler bile  vardı. 1 yaşına kadar... 2 yaşına kadar... Düşünmek istemiyordum sadece yaşıyordum..
Sonra 40. Gün geldi.
O günü hatırlamak bile istemiyorum. Efe’nin koliğinin zirvesini tam 40. günde yaşadık biz. 9 saat aralıksız, durmadan, morarıncaya kadar, göbek deliğini fırtlatıncaya kadar ağladı, çığlık attı, bağırdı...Kırkı uçururken biz de uçtuk gittik karı-koca. Bana her zaman destek olan kocam ilk defa ‘’Sezin ben çok umutsuzum, bu iş düzelmeyecek sanırım.’’ dedi.. Akşam vakti bütün günün ağlamasından bitap düştü de uyudu Efe.
41. gün Ezgi’yle Onur geleceklerdi bize. Bir önceki gece ‘’Yarın sabah arayıp iptal edeceğim.’’ diye düşünürken o günün sabahı bir cesaret geldi bana ‘’İnceldiği yerden kopsun en kötü ne olabilir ki?’’ diye düşündüm (Kolik bebek sahibi olduğunuzda bir de böyle bir psikolojiniz var. Bebeğiniz ağladığı için bir yere gitmek istemiyorsunuz, başkaları size gelecek diye de panik oluyorsunuz. Ya ağlarsa, ya susmazsa... Ne olacaksa ...) Ezgilerle kahvaltı sofrasına oturduğumuz sırada Efe’yi de ana kucağına koyduk bahçeye yanımıza. 1 saat takıldı Efe yanımızda. Bir mucize gerçekleşiyordu ama sözünü edemiyordum dilimi ısırıyordum sadece. Mızıldandı mamasını verdik, mızıldandı kucağa aldık, mızıldandı uyumaya götürdük. ‘’Çocuğun bir şey yaptığı yok.’’ dedi tabiki arkadaşlarımız (bebeğinizin sizi başkalarına karşı mahcup etme gibi bir huyu olduğunu da tam bu anda öğrendik.:))
41. gün itibariyle kolik bizi tamamen terketti diyemem ama daha az uğrar oldu.. Uğradığında gagamıza tükürdü tabii ama eskisi kadar yıpratamıyordu artık beni. O yüzden hala düşünürüm acaba kırkımızda uçup giden kolik miydi yoksa benim tecrübesizliğim miydi diye?
Konunun uzmanı değilim ama bu işe bayaa kafa patlattım ve 4. Ay bitmesi gereken bu illeti çok daha çabuk hallettim. O yüzden sizinle de kendi yöntemlerimi paylaşmak istedim. Biri bile işinize yararsa benden mutlusu olmaz:
-          Damlalar: Bir çok damla denedik. Değişmeyen damlamız Infacol oldu. Bunun dışında Biogaia bizim durumumuzu kötüleştirdi. Bifiform Drops kullanmaya başladığımızda kolik te geriledi iyileşme sürecine girdi. Doktorunuza danışın en azından, piyasada o kadar damla var ki doğrusunu buluncaya kadar çok zaman geçiyor.
-          Mama: Benim sütüm yeterli olmadığı için Efe’ye mama da veriyorum. Piyasada antikolik mamalar var. Mama değişimi Efe’nin modunu gerçekten çok etkiliyor o yüzden doğru mama seçiminin önemli olduğunu düşünüyorum. Humana’nın Antikolik maması favorimiz ama piyasada kalmamıştı o yüzden değiştirmek zorunda kaldık. Şu anda Bebelac AC kullanıyoruz ve ondan da çok memnunuz. Bebeğiniz hangisini beğenirse..
-          ŞŞŞŞŞŞ: Kolik krizi esnasında bebeğinizi kucağınıza alın ve kulağına şşşşşş diye fısıldayın, bunu yaparken de sırtına hafifçe pat patlayın. İşe yaradığı zamanlar oluyor. ‘Şşşşş’ olayını uyuturken yedirirken her an kullanabilirsiniz. Gerçi ben kendi kendime kaldığım zamanlarda bile şşşşlıyorum bazen böyle de bir yan etkisi var.
-          Fön makinası: Özellikle uyuturken en büyük kurtarıcı! Efe zaman zaman hala fön sesiyle uyuyor. Merak etmeyin daha yeni sordum doktoruna ‘’herhangi bir sakıncası yok ama o sesi uyku arkadaşı yapmış kendine’’ dedi. Gece uykularında kullanmıyorum ama gündüz en büyük kurtarıcı. Açıkçası hiç takmıyorum ben, ilelebet bu sesle uyuyacak değil ya? Ağlama krizi esnasında da çok yarayacak işinize.
-          Kundak: Kayınvalide yöntemi J Kolik bebekler özellikle uyku öncesinde kundak yapıldıklarında rahatlıyorlar. Bebeğinizi sıcaktan bunaltmamak için bunu ince bir tülbentle yapmanızı öneririm.
-          Meme: Bu çok tartışmalı bir konu gerçi... Ben Efe’nin kolik sebebinin gaz olduğuna hiç inanmadım bu yüzden memenin antikolik bir etkisi olduğuna inanıyorum. Başlarda annemler gaz yapacak diye istediğim zaman meme vermemi engellediler, artık kimseyi dinlemiyorum ihtiyacı olduğunu hissettiğim noktada isterse yarım saat geçmiş olsun Efe memede. Gerçi tiryakilik gibi bir yan etkisi var ama yaşadığınız haz hepsinin önüne geçer.
-          Banyo: Her gün ılık bir banyo yaptırmak çok önemli. Bebekler normalde banyoyu sever ama kolik bebeklerin banyoda ağlama olasılığı yüksek. Biraz kulak kapamanız biraz dirayetli olmanız gerek. Banyoda koliği tuttuğu zamanlarda bırrrr gırrrr diye değişik sesler çıkarıyordum ben biraz oyalanıyordu.
-          Kıyafet seçimi: Bir yerde kolik bebeklerin çok hassas olduğunu dolayısıyla en ufak şeyden rahatsız olabileceklerini okumuştum. Kıyafet kumaşının bebeğinizi rahat ettirmesi, etiketinin sökülmüş olması çok önemli. İlk doğduğunda Efe’yi iki kat giydiriyorduk uzun süre de böyle devam ettik. Kıyafetler ne zaman inceldi, katlar azaldı Efe rahatladı.
-          Hamak: Özellikle uyku esnasında bire bir. Hamak şekli sayesinde bebeğin anne karnında gibi hissetmesini sağlıyor. Ben Bliss kullanıyorum çok memnunum.  Efe hala bütün gündüz uykularını hamakta yapıyor. Geceleri de bazen hamakta uyutup sonrasında yatağa alıyoruz. Kolik ağlamalarında çok defa hamağa atıp susturduğumu bilirim...
-          Kolik Cdsi: Buzuki Orhan’ın bu CD’sine bırakın 10-15 tl 1000 tl verirdim! Biz daha yeni bıraktık cdyi. Şimdilerde aralarda rahatlatsın diye açıyorum.O zamana kadar uyku sırasında ve ağlama krizlerinde en büyük kurtarıcılarımızdan biriydi. Youtube’a ‘’Buzuki Orhan – kolik’’ yazarak bulabilirsiniz. Efe’ye ilk dinlettiğim gün 10 saniye içerisinde uyuyakalmıştı. Hep aynı etkiyi yapmadı tabiki ama denemeye değer.
-          Masaj: Yine youtube’dan Ayşe Öner’in gaz masajını izlemenizi tavsiye ederim. Ben her gün yaptım bu masajı, günde üç posta. Koliğin gazla bir ilintisi varsa kesinlikle yardımcı olduğunu düşünüyorum zira Efe’nin masaj sırasındaki pırtları hala güldürür bizi. Kolik ağlaması sırasında bebeğinizin çorabını çıkarıp ona fön makinası sesi eşliğinde yapacağınız ayak masajı da etkili oluyor. Bu yöntemi de annem buldu bayaa kullandık.
-          Yüzüstü yatış: Bir zemine yüzüstü yatırıp ufak masajlar yapıp sırtını sıvazlayabilirsiniz.
-          Her türlü sallama yöntemi: Özellikle bebek uyku danışmanları, eğitmenleri benim bu fikrime kesin karşı çıkarlar ancak kolik bir bebeğe sahip olan anne bebeğini susturabilecek her yönteme eyvallah diyor kimse kusuruma bakmasın. Efe ağlama krizleri esnasında ayakta da sallandı çarşafta da. Onu sakinleştirdiği sürece öptüm başıma koydum. Şimdi de hamakta sallanmak istiyor. Geceleri kıpırdandığında da park yatağını sallıyorum.Onu rahatlattığı sürece benim için sıkıntı yok.
-          Temiz Hava ve Işık: Ağlama krizlerinden korkup kendinizi eve hapsetmeyin. Kapının önüne bile olsa çıkın. Işık ve hava bebeğinize iyi gelecek!
-          Rutin:Bir rutin oluşturun ve bebeğinizin uykusundan çalmayın!  Tracy Hogg’un ‘’Bebek Bakım Sorunlarına Mucizevi Çözümler’’ kitabındaki EASY yöntemi benim bakış açımı değiştiren yegane yöntemdir. Kısaca beslenme, aktivite, uyku düzeneğinden oluşan bu yöntemle bebeğinize bir rutin oluşturuyorsunuz, böylelikle kolik dışındaki ağlamalar engellenmiş oluyor. Benim Efe konusundaki en büyük hatam baştan böyle bir sistem tutturmamış olmam. Gece uykusundan çalarım korkusuyla akşamüstü vakitlerinde çok defa uyanık tuttum Efe’yi bu sebeple de uyku yüzünden olan pek çok ağlamayı da kolik sandım saçma bir döngüye girdim. Şimdi de tamamen saatli bir sistemimiz var diyemem ama artık oğlumun işaretlerini daha iyi takip edip onun ne zaman neye ihtiyacı olduğunu görüyorum. Uykusunu aldığı için size sırıtan bir bebek kadar güzel bir şey olamaz!
-          Destek: Kolikle tek başınıza başa çıkmanız mümkün değil! Yanınızda mutlaka güvendiğiniz birilerinin olması gerek. Bu süreçte benim iki annem de yanımdaydı, her türlü kaprisimi çektiler, Efe’yle ilgilenirken bir yandan da benim ruh halimle mücadele ettiler. Hala dönüşümlü olarak bana yardımcı oluyorlar. Bu süreçte onlar olmasaydı ben bugün olduğum anne haline gelemezdim. Haklarını asla ödeyemem...

Yukarıda yazdığım yöntemlerin hiç biri problemin kökten çözümü değil. Belki uyguladığınız beş seferden sadece birinde çare olacak bazıları. Bazıları bebeğinizin sadece on beş dakika sakinleşmesini sağlayacak. Ancak kolik anneleri bilir ki o on beş dakikalık sakinleşme bile dünyalara bedeldir kimi zaman. Bu yazdığım yöntemleri ben denedim uyguladım kiminde başarısız oldum kiminde başarılı...
Zaman zaman kolik yine bizim kapımızı çalıyor.
Eskisi kadar korkmuyorum artık.
Öğrendim ki kolikle veya ileride olabilecek farklı problemlerle mücadelenin en büyük çözümü İÇ SESİNİZİ DİNLEMEK! Başkaları ne diyor okuyun, duyun, dinleyin, öğrenin ama içinizdeki annenin size söylediklerini asla yabana atmayın! Bu süreci atlatmanız gereken bir dönem olarak değil de bebeğinizle el ele vermeniz gereken ilk sınav olarak görün.
 İnanın ne yaşadığınızı, ne kadar korktuğunuzu, çaresiz hissettiğinizi biliyorum.
Ama siz de inanın ki yalnız değilsiniz ve tünelin sonunda parıl parıl bir ışık sizi bekliyor!
Tipik bir kolik görünümü... Şimdi güler yüzlü oğluma bakıyorum da bu resimdeki zamanları arkada bıraktığımıza inanamıyorum



Efeyi uyutmak... Hamak ve Fön... Fön artık çok nadir giriyor hayatımıza ama hamak olayımız tam gaz devam. Hamak almayı düşünenlerin her sorusuna seve seve cevap verebilirim. paylasananne@gmail.com üzerinden bana ulaşabilirsiniz.

Baştaki resme bakan anneler hemen dehşete kapılmayın her şey daha iyiye gidecek. Şimdilerden paylaşacağım bu resim umudunuz olsun :)

13 Ekim 2013 Pazar

Hiç özenilmeyecek bir hamilelik benimkisi...



Hamile kalmaya karar vermemle hamile kalmam arasında bir ay zaman geçmedi desem yeridir. Doktora gidip ‘’Hamile kalmak istiyorum kullanmam gereken bir vitamin vb var mıdır?’’ dedikten sonra doktorum ‘’6 ay içerisinde hamilelik gerçekleşmezse tekrar kontrole gel.’’ demişti. Sadece 26 gün sonra hamile olarak kapısındaydım kendisinin.
Özellikle bebek düşünenler veya taze hamileler güzel bir hikaye okumak istiyordur eminim; ancak benim hikayem pek bir sevimsiz. Okurken ‘’Ya benim de başıma gelirse?’’ diye düşünürseniz kendimi suçlu hissederim,unutmayın bu süreçte sizin yerinize vücudunuz konuşacak o yüzden panik yapmak yerine işleri oluruna bırakmayı tercih edin.
Mide bulantılarım beşinci hafta civarında başladı. Ama ne başlamak! Günde 8-10 kez en az 15 dakika tuvalette kalmak şartıyla kustum.  Klozet başında hıçkıra hıçkıra ağladığım zamanları ve ağzımdaki o sevimsiz tadı dün gibi hatırlıyorum. Ancak işin garibi şudur ki kustuğum 17 hafta süre boyunca 6 kilo aldım! Çünkü bu mide bozukluğuna rağmen yemek yemekten hiç tiksinmedim, tuvaletten çıktığım an ‘’açımmmmm’’ haline kolayca girebiliyordum. E midede dursun diye de makarna, pilav, ekmek gibi bilimum hamurişi gıdayı indirdim mideye. Bir de hayatında tatlı aramamış ben deli gibi tatlı aramaya başladım. Koca kavanoz nutellaları bitirmem 3 günümü bile almıyordu.
17.haftada kusmalar bittikten sonra hamileliğin balayı dönemi başladı. Çalışan bir kadın olarak enerjimin büyük miktarını işe yansıttım. Beylikdüzünden Çayırovaya eğitimlere mi gitmedim, yoksa 3 saatlik trafiklerde konferanslara mı...İçimde herşeyi yapabilecek muazzam bir güç hissediyordum. Bu gücün büyük bir miktarının da ‘’Hamile olabilirim ama bak ben hala bunları yapabiliyorum!’’ olduğunu da bugün itiraf etmem gerek.
Vücudumun bana o günlerde kasık ağrıları eşliğinde yolladığı sinyalleri nasıl görmezden geldim bugün düşündükçe kendime inanamıyorum.
Hamileliğimin 27. Haftasında bir gece karnımdaki minik mucizenin tekmelerini çok aşağılarda hissetmeye başladım. Her bir hareketinde içim çekiliyor regli sancısı gibi garip bir ağrı oluyordu. Tabiki ertesi sabah doktora gittik içimizi rahatlatmak için. Sevgili doktorum Mehtap Derelioğlu sıkıntılı bir durum olduğunu düşünmediğini yine de NST’ye bağlanmam gerektiğini söyledi. NST ile daha yeni tanıştığım için aletten çıkan kağıda bön bir şekilde bakarak gittik doktorumuza. Kendisinin yüzündeki ifadeyi kesinlikle unutamayacağım. Telaşını benden profesyonelce gizleyen ama bir annenin endişeli bakışıyla ‘’Acil yatış yapıyoruz, sancıların var.’’ dedi.
Sancı mı? Ben sancı hissetmiyordum ki..
Hissetmediğim sancılar hastaneye yattıktan sonra 2-3 saat içerisinde başladı. Yeni tanıştığımız bu NST denilen aletin çıkardığı sonuçları okumayı öğrenmiştik bile. Sancılar artarak devam ediyordu. Yanıma bir ebe yollamışlardı bile. Doğum olursa neler yapacağımızı konuşurken buldum kendimi. Sürekli ‘’Ama daha çok küçük!’’ diyordum 1kilo 300 gramlık bebeğimi düşünerek. ‘’Yaşama ihtimali yüksek.’’ diyorlardı.
Ne yani yaşamama ihtimali de mi vardı?
Ciğer geliştirici iğneler...
Sancı kesici serumlar...
4 saatte bir alınan nidilat...
Dört gün sonunda hastaneden çıkma konusunda izin koparmayı başarmıştım. Bir tek şartla: geriye kalan zamanda sadece yatacaktım.
Ve kabus başladı.
27 haftalık hamile ben. Planlarım programlarım cebimde, giyeceğim kıyafetlerim askılarımda... Pijamalarımla salondaki koltuğun köşesine geçtim. Bebek daha iyi beslensin diye sol tarafıma yatarak hem de.
Ve yattım...yattım...yattım...
Kimi zaman ağlayarak. Kimi zaman etrafımda kim varsa bağırıp çağırarak. Kimi zaman daha umutla bekleyerek...
‘’Bebeğin artık doğsa da sorun olmayacaktır.’’ denilen 38. Haftaya kadar tuvalete gitmek, yemek yemek, hızlı ve başımda bir nöbetçiyle duşa girmek dışında hiç bir aktiviteyi yapmadan yattım. (Bir kaçak babyshower’ım var onu da başka bir yazıda anlatacağımJ)
Yattığım yerde kaslarım yumuşadı yavaş yavaş ağrılar başladı bacaklarımda, kilo aldım, çatladım.. Ama devam ettim yatmaya. O gelişimini tammalasın diye devam ettim. Sağlıkla doğsun diye.
Hayalimde çıtı pıtı bir hamile olmak vardı hep.
Ne bileyim maksimum 13-15 kiloyla bu yolculuğu tamamlamak istedim.
Son ana kadar çalışmak, doğum iznine ayrıldığımda iznin değerini bilebilmek istedim.
Doğum kursuna gidebilmek, giderken en tatlı hamile tshirtümü giyebilmek de istedim.
‘’Ay ne ara hamile kaldı ne ara doğurdu?!?’’ denilen kadınlardan biri olmaktı amacım.

Benim hamileliğim o zamanlar istediğimi düşündüğüm gibi bir hamilelik olamadı. İnsanların özeneceği bir hamilelik geçiremedim ben.
Ama her işte bir hayır vardır ya kendime göre çok büyük bir ders aldığıma inanıyorum. Hayatta bazen işleri akışına bırakmak, zorlamamak gerek! Kendini tanımak, limitlerini keşfetmek gerek!

Pek sevgili her biri birbirinden özel hamileler,
Günümüz hayat düzeninde kimliklerimizi korumak adına kendimizi ikinci plana itiyoruz. Bunu yaparken belki de bir defa yaşayabileceğimiz mucizevi süreçleriyse elimizden kaçırıyoruz. Sizlere poponuzu devirip yatın aman dikkatli olun demiyorum; tam aksine enerjinizi kullanmayı ihmal etmeyin. Ancak enerjinizi doğru yönde kullanını ve vücudunuzun size yolladığı sinyalleri sakın göz ardı etmeyin! Unutmayın siz artık tek kişilik düşünemezsiniz!
Herkese mükemmel bir hamilelik dilerim!

Kısa kısa paylaşımlar:
·         Hamilelikte mide bulantısı yaşayanlar sabah yataktan kalkmadan bir şeyler atıştırın. Her daim başucunuzda tuzlu bir krakeriniz bulunsun.’’ Mide bulantısına şunlar iyi gelir’’ gibi bir şey diyemeyeceğim çünkü genel bir şey olduğuna inanmıyorum. Benim hamileliğimde bulantılarıma en iyi gelen ve bol bol aşerdiğim yegane şey ‘’nar’’dı
·         Her kasık ağrısı erken doğum tehditi değildir!!! Bir çok hamile genişleme sancıları yaşar. Yine de hissettiğiniz ağrıları doktorunuzla paylaşmakta fayda var.
  • Kendinizi kötü hissettiğiniz zaman işte, evde bunu paylaşın ve müsade isteyin! Bu süreçte dinlenmek ve yeri geldiğinde kendinizi dinlemek sizin en doğal hakkınız!







7 Ekim 2013 Pazartesi

Pşşşşşt Yeni Hayatım: MERHABA!

Geçen sene bu zamanlar bloguma bir yazı yazacak olsam elimdeki kokteylle deniz kıyısında veya havuz başında olurdum. Sıfır beden olmasam da 36 bedeni geçmeyen kıyafetlerim olurdu üzerimde. Satır aralarında içkimden bir yudum almak veya sigaramdan bir fırt çekmek için duraksardım.
Bu sene mi?
Şu anda elimde alkolsüz malt içeceğim küçük bir odada hamak başındayım.. 42 bedene zor soktuğum totom terden koltuğa yapışmış durumda. Aralarda hamağı sallamak için duraksıyorum ‘’Pışşşş pışşşşşşşşş’’ diyorum bir yandan da.
Tam 3 aydır Pışşş pışşşşş şşşşşşşşş şşşşşşşşşş...
20 Mayıs 2013 tarihinde saat 13:48’de hayatımda bir mucize oldu. 13:47’de ‘’Karnımı mı kesiyorlar lan şu anda?’’ tarzı korkular yaşarken  sadece bir dakika sonra daha cesur bir insandım artık ben. Daha büyüktüm, sorumluluk sahibiydim, sevgi doluydum, güvenilirdim! 13:47’de eştim,arkadaştım,birilerinin kızıydım ama sadece 1 dakika sonra tek bir sıfatım vardı ben artık anneydim!
3 aydır anneyim ben...
’’ Nasıl geçti bu 3 ay anlamadım’’ diyemeyeceğim çünkü köküne kadar hissettim.
Bana 3 yıl yaşamışım gibi geliyor yalan yok.
Nasıl gelmesin?
 İddia ediyorum insan hiç bir sıfat değişikliğinde bu kadar çok şey öğrenemez, bu kadar farklılaşamaz. Eş olursunuz hayatın annenizin evindeki kadar rahat olmadığını görürsünüz, iş adamı-iş kadını olursunuz daha fazla sorumluluk yüklenmeniz gerekir, ne biliyim amca dayı hala teyze olursunuz kendi doğurmadınız birini bu kadar sevebileceğinize inanamazsınız blah blah blah... Ama hiç bir duygu ve hiç bir sorumluluk sizi anne olmak kadar değiştirmez, afallamanıza sebep olamaz.
Bebeğiniz karnınızdayken o boş süslü yatağa bakıp orada uyuyacağı günlerin hayalini kurarsınız, peki düşünür müsünüz o çocuk o yatakta nasıl uyuyacak? Kim uyutacak bu çocuğu? Nerede uyuyakalacak, nereden taşınacak o yatağa? Taşıyan kişi taşırken kaç kere uyandıracak?
Süt saklama poşetleriniz peki? Onları kullanamayacağınızı çünkü süt miktarınızın asla onları dolduracak kadar olmayacağını düşünmezsiniz değil mi? Gözünüzün ucuyla bile bakmadığınız biberonlara ihtiyacınız olabileceğini?
Dolabınızda asılı bir dolu bebek kıyafeti... Renkli zevkli şeyler. Bol bol almışsınız çünkü birileri ‘’Günde 5-6 değiştiriyorsun en az.’’ demiş. E hiç aklınıza gelmez mi sormak bu kıyafetler neden bu kadar sık değişiyor diye? Keyif için mi değiştireceksiniz sanmıştınız? Bir giysi giydirip çıkarmanın kaç dakikalık ağlamaya sebep olduğunu da tabiki düşünmediniz.
O puseti ne severek aldınız! Birlikte fink atacaktınız. Bir aşağı bir yukarı gidip gelecektiniz caddelerde. Sonra bir kafeye oturacaktınız, siz kahvenizi yudumlarken bebeğiniz de kral koltuğunda uyuklayacaktı. Sizin bebeğiniz puset seven bebeklerden mi olacak yoksa pusete koyduğunuz gibi ciyak ciyak ağlayacak mı aklınıza geldi mi hiç? Bir yere oturduğunuzda aman birazcık dursun diye bir elinizde kahvenizi içmeye çalışırken diğer elinizle puseti bir ileri bir geri itmeniz gerekeceğini bilebilir miydiniz?
Banyo için türlü şampuanlar, süngerler alırken reklamlarda banyoda gülümseyen şu bebekler geldi aklınıza değil mi? İlk suya girdiğinde bir kaç dakika sonra bir yaygara koparacağını ve o yaygaranın bir saat süreceğini kimse anlatmadı çünkü size.  Suyu sevmeye başladığında da çıktığı zaman kızacağını ve bunun yeni bir ağlama krizine sebep olacağını...
Doktorunuz ‘’bebeğiniz kolik, 4. Ay muhtemelen düzelecektir’’ dediğinde kolik nedir bilmezken 1 hafta içerisinde bir kitap yazacak kadar kolik uzmanı olacağınızı tahmin edebilir miydiniz?
Lohusa geceliklerinizi özenle seçip ütülettiniz siz.
Kafanıza güzel taçlar yaptırdınız.
Hatta yatak odanıza televizyon bile taktırdınız sıkılmamak (!) için.
‘’Bol bol çorba iç salata ye süt yapar zaten patır patır da kilo verirsin’’ demişti bir de birileri, çorba tarifleriniz de hazırdaydı o yüzden. O birileri her süt verdikten sonra kanınızın çekileceğini elbette söylemedi..
Sonra bir baktınız aynaya üzerinizde en eski geceliğiniz, şişmiş yara olmuş göğüslerinize kapatılmış lahana yaprakları, gözünüzün altında mor halkalar, saçınız yağlı yağlı tepeye tutturulmuş.. Poponuz arkada bir tepecik göbeğiniz önde diğer bir tepecik. Çatlaklarınız sedef rengi bile değil mosmor! Kulağınızda sizi bu kadar üzebileceğini asla tahmin edemeyeceğiniz bir ağlama sesi susturulamayan. Ve siz çaresiz...
Kendini eksik hisseden...
Kontrolü elinden kaybetmiş kim ne derse uygulamaya çalışan...

20 Mayıs 2013’te tam 13:48’de anne oldum ben.

Yaşayacaklarımı hiç bilmeden, düşünmeden...
Bugün bir elim klavyede bir elim hamakta Efe’yi ,oğlumu, sallıyorum...Ve bugün bir çok şeyi hala öğrenen bir anne olarak hamağının içinde mırıl mırıl söylenerek uyuyan oğluma bakıyorum gözümün ucuyla...
Uykusunu alamadan kalktığında olabilecekler karşısında eskisi kadar korkak değilsem (hatta içten içe artık uyansa da bir gülümsese diye bekliyorsam),
Oğluma baktığım her dakika şükredip yaşadığım tüm zorlukları bir kere değil bin kere daha yaşamaya razı olduğumu hissediyorsam,
Yarın olabilecek her yeni sürprize karşı cesaretliysem...
Ben aslında her gün yeniden yeni bir anne olarak doğuyorum...
Hoş geldin, iyi ki geldin oğlum!